22 Ağustos 2008 Cuma

geldin ama yoktun

orucumuzu açtık.. kalabalık kalabalık kalabalık içindeyken senin telefonun geldi... istanbul'a gelebilirim.
ikinci telefonda tekke'de olduğunu öğrendim... ben kalabalığın içinden geçemem şimdi ayaklarım çok ses çıkarır, en iyisi seni evde beklemek.
yok yok biz seninle kariye bahçesi'nde buluşalım.
bu sırada ay tutuluyor.. ay siyah bir örtü ile kapanıyor. gözüm ve gönlüm gökyüzüne açıldı seni bekliyorum...
eve döndük bir oda da sen diğerinde çekirdek kız...
ben üçüncü odaya geçiyorum, kapıyı kapatıyorum.. percereyi sonuna kadar açıyorum ve gecenin içinden geceye doğru bir yolculuğa çıkıyorum..
biliyorum ikinizde erken çıkacaksınız...
sabah görüşemeyeceğiz seninle...
belki yine yatağının üstüne bir not bırakacaksın!
belki...
belkileri düşünürken uykuya dalmışım...
uyandığımda sen dün geceki yüzünle geldin bedenimden geçtin.
ama seni hiç öyle yorgun, öyle derin bir acılar içinde yüzen yüzünü görmemiştim... suyun üzerine vuran ceset gibiydin.
ölüm gözlerine vurmuştu ve ben senin gözlerinden ilk kez ürktüm.
bu yüzden sustum...
sana dokunursam ikimizde buz gibi olacağız sandım...
yüzünün rengini değiştirmek için biraz daha ankara'da kal...
o evden uzaklaş..
ve kendi içine gömdüğün ölüyü al toprağa bırak..
bunu yap lütfen.

18 Ağustos 2008 Pazartesi

ANKARA DA OLMAK

üç günlüğüne ankaradayım. bu üç günü esnete esnete yaşamaya karar verdim. normade sekiz saat uyurken bu gün tam on üç saat uyudum. uyandığım gibi temizlik yapmaya girişmedim. ve tembeliğimi esnetmeye başladım. Normalde bir bardak süte burun kıvırırken süt içme işini de genleştirdim ve üç bardak sütü içtim. Vaktin eteklerine takılan zilleri ellerimle çözdüm yani. Acyip keyifliyim. gerçi bu keyif ensemde sonra boza pişirecek. nasıl da günlerini ziyan ettin diye fısıl fısıl kulağımda dolaşacak. bunu bilmeme rağmen ayağa kalkıp silkelenemiyorum. Olsun. Ayrıca iki defa olsun.

12 Ağustos 2008 Salı


burada çok az internete girebiliyorum. çocukluğumda eve giren muz meyvesi gibi. bu sayfaya az dokunuşumun sebebi bu. yoksa bol bol yazacağım. zaten yazmayı özledim. taziye kabullerinden. tufaf bakışlardan, kendime acımalardan silkelendiğim an yazmaya başlayacağım. bir de istanbula gelip ayaklarımı vapurdan dışarı sarkıtmayı canım çekiyor. bunu seninle yapmayı istiyorum. bu arada dışarıda bir sarhoş habire küfür ediyor. elinde kişişeyi yere fırlatıp kırmış olmalı ki odaya bir sürü şangırtı doluştu. şimdi de el şaklatıp şarkı söylemeye başladı. Tuhaf. iyi ki varsın. ben kime böyle saçmalayabilirim ki.

10 Ağustos 2008 Pazar

mahmut derviş üzerine

ayşem, mahmut derviş sessizce bu dünyadan göçerken arkasından bize bu şiiri bırakmış..

GECEDE AYAK SESLERİ
Her zaman
Ayak seslerini duyarız gecede yaklaşan,
Ve kapı sırra kadem basar odamızdan,
Her zaman,
Bulutlar gibi süzülüp giden.
Her gece yatağından
Senin mavi gölgen mi onu uzaklara götüren?
Senin gözlerin ülkelerdir ve ayak sesleri geliyor,
Sardı bedenimi kolların
Ayak sesleri, ayak sesleri
Ah Şahrazad
Gölgeler niçin kurtuluşumu resmeder?
Gelir ayak sesleri girmez içeri.
Bir ağaç ol,
Görebileyim gölgeni.
Bir ay ol,
Görebileyim gölgeni.
Bir hançer ol,
Görebileyim gölgeni gölgemde,
Küller içinde bir gül.
Her zaman,
Ayak seslerini duyarım gecede yaklaşan,
Ve sen yerim olursun sürgündeki,
Zindanım olursun.
Öldürmeye çalış beni
İlk ve son olsun
Yaklaşan ayak seslerinle
Öldürme beni.
Mahmud DERVİŞ
Çeviren :
Tâvus HÜSÂMEDDİN

8 Ağustos 2008 Cuma

kaybetmek üzerine kötü bir deneme

lisede hocamız güzel ve büyülü cümleler kurarken bazen şöyle derdi: kaybetmekten korkmayın!
o kadar büyülü cümle arasında bu söz sınıfta gelip beni bulur kalbimin bir köşesine yığılırdı.
kaybetmekten korkmamak nasıl bir şey acaba?
---
benim "adımın insanların hizasına" yazıldığını bir ölüm haberiyle öğrendim.
ilk kaybediş öyküsü bu!
bir ölüm daha!
ölüm kadar acıklı bir öykü daha!
---
kaybetmek sanki bizim yaratılış toprağımızı tanrının bir kez daha kalburdan geçirmesi gibi..
daha ufalıyor, daha akıcı, daha yalın oluyor benliğin sanki!
kirlerin kalburun üstünde kalıyor gibi..
değişik bir duygu...
ama sallanırken kalburda canın öyle acıyor ki bu ayrışmayı farketmiyorsun doğal olarak!
bu yüzden de en güzeli zamanı bir ilaç gibi görüp içine gömülmek.
anlatabildim mi?
not....
ayşem geçende bana kaybetmenin büyüsünü içime fısıldıyan hocamı gördüm rüyamda.. yıllar sonra... bana bir elma soyup yarısını verdi.... sonra karşıma oturup yine o derviş edasıyla birşeyler anlattı ama ben hiçbirşeyi anlamak istemeyecek kadar oturduğum sandalyeye uzak tutuyordum ruhumu...
ısrarla!
tuhaf bir durumdu..